16 Nisan referandumunda neye “Evet” veya “Hayır” diyeceğiz? Yeni Anayasa değişikliği neleri içeriyor ? Başkanlık sistemine geçişi öngören Anayasa paketinin 18 maddesini burada dikkatinize sunuyoruz. (Kaynak: Sözcü)
Bilinçli oy verelim, zira:
“Dünyada her millet icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortak sayılır.” Atatürk
1. MADDE
Anayasa değişiklik teklifinin 1. maddesiyle, Anayasa’nın 9. maddesinde düzenlenen “Yargı Yetkisi”ne ilkesel bir ekleme yapılması önerilmekte ve Yargı yetkisinin, “…bağımsız ve tarafsız mahkemelerce…” kullanılacağı belirtilmektedir.
BARO’NUN DEĞERLENDİRMESİ: Önerilen değişiklik kapsamında Yargı’nın temel ve doğal niteliklerinden biri olan (ve aslında “bağımsızlık” niteliğinin de içinde saklı olan) “tarafsızlık” niteliğinin Anayasa metnine eklenmesi önerilmektedir.
Anayasa metnine böyle bir ekleme yapılmasında, prensip olarak herhangi bir sakınca bulunmadığı, hatta bunun faydalı olacağı söylenebilir. Bununla birlikte, yargı bağımsızlığı ile yargısal tarafsızlık hedeflerine yalnızca Anayasa’ya bu konuda hükümler konulmak suretiyle ulaşılamayacağı açıktır. Ancak, bu noktada daha da önemli olan ve asıl dikkat çekilmesi gereken husus; bizatihi yargı bağımsızlığına aykırı olan ve yargının tarafsızlığını zedeleyici nitelik taşıyan kimi hükümlerin de Anayasa’da yer alması ihtimalidir. Bu bağlamda, gündemdeki Anayasa değişiklik teklifine bakıldığında; özellikle Yürütme’nin Yargı üzerindeki etkisini arttıran ve yargı bağımsızlığı ile yargının tarafsızlığını ciddi ölçüde zedeleyici nitelik taşıyan bazı hükümlerin varlığı dikkat çekmektedir. Bu düzenlemelerse, Anayasa’nın 9. maddesinde yapılması öngörülen değişikliğin, yalnızca Anayasa’nın “sözü” ile sınırlı kalan ve üstelik Anayasa’nın diğer bazı hükümlerinin “sözü” ile Anayasa’nın dönüşen “ruhu” karşısında, sembolik olmaktan öteye bir anlam taşımayan bir değişiklik olmasına yol açabilecektir.
2. MADDE
Anayasa değişikliği teklifinin 2. maddesiyle, Anayasa’nın 75. maddesinin değiştirilmesi öngörülmekte ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki sandalye sayısının 550’den 600’e çıkarılması öngörülmektedir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Anayasa değişiklik teklifinin geneline bakıldığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yasama yetkilerinin “Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri” aracılığıyla Yürütme ile paylaşıldığını, Meclis’in Yürütme’yi anayasal araçlarla denetleme yetkisinin bütünüyle kaldırıldığını ve bir bütün olarak “Devlet faaliyetleri”nin, Meclis’in “genel görüşme” yapma yetkisinin dışına çıkarıldığı görülmektedir. Bu çerçevede, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin anayasal sistem içindeki etkisinin ve sahip olduğu yetkilerin ciddi ölçüde azaltıldığını söylemek mümkündür. Böyle bir tabloda, anayasal mimarî içinde daha talî bir konuma yerleştirilen Meclis’in üye sayısının arttırılmasıyla nasıl bir demokratik kazanım elde edilebileceği ise, tam olarak anlaşılamamıştır. İlaveten, Türkiye’de seçim sisteminin yıllardır eleştirilen özellikleri arasında yer alan “%10’luk seçim barajı” ve “sun’i olarak daraltılan seçim çevreleri” gibi olgular aynı kaldığı müddetçe, salt milletvekili sayısının arttırılması yoluyla daha dengeli ve adaletli bir temsil olanağına kavuşulacağını iddia etmek de, matematiksel olarak mümkün görünmemektedir.
3. MADDE
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Türkiye’de uzun yıllardır tartışmalara konu olan seçilme yaşı konusunda bir düzenleme yapıldığı ve seçilme yaşının on sekize indirildiği görülmektedir.
4. MADDE
Anayasa değişikliği teklifinin 4. maddesiyle, Anayasa’nın 77. maddesinin değiştirilmesi öngörülmekte ve bundan böyle Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin beş yılda bir ve “…aynı günde…” yapılması öngörülmektedir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Bu değişikliğin kabulü halinde, aynı günde ve doğal olarak benzer siyasî iklimin hâkim olduğu bir ortamda yapılacak seçimlerde, Cumhurbaşkanı ile Yasama Organındaki çoğunluğun aynı veya benzer siyasî çizgiyi temsil eden kişiler arasından seçileceğini tahmin etmek güç değildir. Bu kuvvetli ihtimalin gerçekleşmesi halinde, Anayasa değişikliği kapsamında Yürütme’yi hukuken denetleme yetkisi kaldırılan Meclis’in, Yürütme üzerindeki siyasî kontrol işlevi de büyük ölçüde zedelenmiş olacaktır. Bir başka ihtimal de, aynı günde yapılan seçimler neticesinde Cumhurbaşkanı ile Yasama organı çoğunluğunun farklı siyasî görüşlere mensup kişiler arasından seçilmesi olabilir. Benzeri daha önce İsrail’de görülen bu durumda, “Başbakan” ve “Meclis” seçimleri aynı günde ve doğrudan halk tarafından yapılmış olmasına rağmen, Başbakan ile Meclis’teki 1. Partinin farklı siyasî görüşleri temsil eden kişiler arasından seçilebildikleri görülmüştür. Bu türden sonuçların ortaya çıkması muhtemel hallerde ise, doğrudan halkoyuyla seçilen Cumhurbaşkanı ile farklı siyasî görüşteki Yasama çoğunluğu arasında çeşitli siyasî krizlerin doğması, her zaman ihtimal dâhilinde olacaktır.
5. MADDE
Anayasa değişikliği teklifinin bu maddesiyle (Anayasa Komisyonu’nda 5.madde olarak kabul edilmiştir), Anayasa’nın 87. maddesinin değiştirilmesi teklif edilmekte ve “…Bakanlar Kurulunu ve Bakanları denetlemek…” görev ve yetkisinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkileri arasından çıkarılması öngörülmektedir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Bu durum, teklifin kabulü halinde, artık Türkiye’de Yasama Organı’nın Yürütme Organı üzerinde anayasal araçlar yoluyla herhangi bir siyasî denetim sahibi olamayacağı anlamına gelmektedir. Üstelik bu durum, Yasama ve Yürütme organları arasında “sert kuvvetler ayrılığı” modeli olarak bilinen ABD tipi saf Başkanlık Sistemlerini bile aşan bir değişiklik önerisidir. Zira anılan ülkede Yasama Organı (Kongre), Başkan’ın birlikte çalışacağı Bakanların göreve getirilmesinde önemli ölçüde söz sahibi olmaktadır. Dahası, Kongre Bütçe Yasası yoluyla Başkan’a harcama yetkisi verme tekelini elinde bulundurmakta ve Yürütme Organı üzerinde etkili bir denetim sahibi olabilmektedir.
Bu kapsamda, önerilen Anayasa değişikliği teklifinde bakıldığında, her şeyden önce, Cumhurbaşkanı’nın Bakanları tek başına ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayı olmaksızın göreve atayabileceğinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır.. Dahası, Cumhurbaşkanı tarafından hazırlanan Bütçe Kanun Teklifi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından süresinde yürürlüğe konulamaması halinde, bir önceki yılın bütçesinin yeniden değerleme oranına göre artırılarak yürürlüğe konacağı kabul edilmektedir.
6. MADDE
Anayasa değişikliği teklifinin bu maddesiyle Anayasa’nın 89. maddesinde yapılması önerilen değişiklik kapsamında; Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne geri gönderilen kanunun aynen kabulünün, ancak Meclis “…üye tamsayısının salt çoğunluğu ile…” mümkün olabileceği öngörülmektedir.
DEĞERLENDİRME: Bu düzenlemeyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilen kanunu aynen kabul edebilmesi, başka bir ifadeyle kendi iradesinde ısrar edebilmesi için, kanunların kabulü için öngörülen olağan karar yeter sayısını aşan “nitelikli bir çoğunluğa” ulaşması öngörülmektedir. Bu durumun, Anayasa’da hâlihazırda var olan “basit çoğunlukla (ikinci kez) kabul” sisteminden farklı bir düzenleme olduğu açıktır.
Anayasa hukuku tekniği açısından bakıldığında, değişiklik teklifiyle birlikte Cumhurbaşkanı’nın kanunların kabulü konusundaki yetkisinin, “geciktirici veto” yetkisinden “güçleştirici veto” yetkisine yükseltildiğini söylemek mümkündür. Karşılaştırmalı anayasa hukukunda böyle bir tercihin benimsendiği başka örneklerin varlığı da bilinmektedir.
Ancak, burada önemli olan husus; bu değişikliğin Anayasa değişiklik teklifindeki diğer hükümlerle birlikte değerlendirilmesi gerekliliğidir. Böyle bir değerlendirme sonucunda, Cumhurbaşkanlığı makamında toplanan olağanüstü Yürütme yetkilerine ek olarak, sistem içinde Yasama konusunda da Cumhurbaşkanı lehine büyük bir dengesizliğin yaratılmış olduğu kolaylıkla görülebilmektedir. Gerçekten, Cumhurbaşkanı bir yandan “Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri” ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne paralel bir yasama yetkisi kullanmakta, diğer yandan da Yasama’nın Meclis’e bırakılmış olan ayağında da önemli etki ve müdahale gücünü elinde bulundurmaktadır.
“Anayasal norm” ile “anayasal gerçeklik” arasındaki ilişkileri sağlıklı bir biçimde kurabilmek için, yukarıda özetlenen hukukî durumun, muhtemel siyasî durumlarla da bir arada değerlendirilmesi gerekmektedir. Konuya bu pencereden bakıldığında ise, değişiklik teklifi uyarınca Meclis ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin aynı tarihlerde yapılmasını öngörüldüğü ve bunun sonucu olarak da, her iki makamda benzer siyasî tercihlerin hâkim olacağını düşünülebilir. Bu hallerde ise, bir yanda “Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri”, diğer yanda Cumhurbaşkanı ile paralel siyasî çoğunlukların “uyumlu yasama eylemleri” ve en nihayetinde, çok istisnai farklılaşma durumlarında da Cumhurbaşkanı’na tanınan “güçlü veto yetkileri”, sistemdeki tüm yasama çıktılarının tektipleşmesi sonucunu doğuracak ve Yasama Organı, fiilen büyük ölçüde etkisizleştirilmiş olacaktır.
7. MADDE
Anayasa değişikliği teklifinin bu maddesiyle Anayasa’nın 93. maddesinde yapılması önerilen değişiklik kapsamında; ara verme veya tatil sırasında “…doğrudan doğruya veya Bakanlar Kurulunun istemi üzerine…” toplanabilen Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, bundan böyle yalnızca Cumhurbaşkanı tarafından toplantıya çağrılabileceği belirtilmektedir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Bu düzenleme, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin anayasal sistem içindeki merkezî konumuna ve kendi çalışma düzenini belirleme kapasitesine yönelik ciddi bir geri adım anlamını taşımaktadır. Konuya, düzenlemenin sembolik önemi açısından bakıldığında da, bu maddenin; Anayasa değişikliği teklifinde “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”nun artık “Yüksek” olmayan bir Kurula dönüştürülmesiyle ilgili önerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi bağlamındaki işlevsel dengi olduğunu söylemek mümkündür. Önerilen düzenlemeye daha somut olarak bakıldığında ise, teklifin kabulü halinde Türkiye Büyük Millet Meclis’in ara verme veya tatil sırasında acil bir ihtiyaç ortaya çıktığında dahi kendi iradesiyle toplanamayacağı; bunun için ancak Cumhurbaşkanı’nın çağrısına ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaktadır. Önerilen değişiklik, parlamentoculuğun yüzlerce yıllık evrimine ve demokratik katılım mücadelesinin genel gelişim yönüne ters düşmekte olduğu söylemek mümkündür. Bu düzenlemenin bir diğer önemli boyutu da, Yasama ve Yürütme arasındaki dengenin Yürütme lehine daha da bozulmasının bir örneğini oluşturmasıdır. Zira teklif kapsamında Yasama organının Yürütme (yani özetle Cumhurbaşkanı) üzerindeki denetim yetkisi tümüyle ortadan kaldırılırken, Yürütme’nin (yani Cumhurbaşkanı’nın) Yasama üzerinde etki sahibi olmasına yönelik tüm kapılar açık bırakılmış olmaktadır.
8. MADDE
Anayasa değişiklik teklifinin bu maddesiyle Anayasa’nın 98. maddesinde yapılması önerilen değişiklik uyarınca, maddenin “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bilgi edinme ve denetim yolları” olan kenar başlığının Anayasa metninden çıkarılması öngörülmektedir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Bu durum, temel olarak Yasama Organı’nın Yürütme’yi hukukî yollarla denetlenme imkânlarının ortadan kaldırması sonucunu doğurmaktadır. Bu değişiklikle birlikte, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bilgi edinme ve denetim yolları” ibaresinin Anayasa’dan çıkarılması ve yerine bir öneri konulamamış olması sonucunda, söz konusu madde “Başlıksız” kalmaktadır. Böylece, değişiklik teklifiyle birlikte, Türkiye’de Yasama ile Yürütme organı arasındaki ilişkilerin “isimlendirilemediği” bir hükümet sisteminin önerildiği izlenimi ortaya çıkmaktadır.
9. MADDE
Anayasa değişikliği teklifinin bu maddesiyle Anayasa’nın “Başlıksız” 98. maddesinde yapılması öngörülen değişiklik uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi bundan böyle ancak “…toplumu ilgilendiren bir konuda…” Genel Görüşme yapabilecektir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Öneri uyarınca, Anayasa’nın hâlihazırdaki metninde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verilen “…toplumu ve Devlet faaliyetlerini ilgilendiren…” konularda Genel Görüşme yapma yetkisi sınırlandırılmakta ve Türkiye Büyük Millet Meclisi, Devlet faaliyetlerinden tümüyle dışlanmış olmaktadır. Dahası, toplumu ilgilendiren, ancak Devlet faaliyetlerini hiçbir şekilde ilgilendirmeyen bir konunun tahayyül edilmesi de güçtür. Zira Devlet aygıtı, bizatihi toplumsal sorunları çözmek amacıyla örgütlenmiş bir yapıdır. Bu bağlamda, anılan bu iki kategoriden birini ilgilendirip, diğerini hiçbir şekilde ilgilendirmeyen bir konunun var olması mümkün gözükmemektedir. Son olarak, dünyadaki yerleşik demokrasi uygulamalarına bakıldığında da, “Devlet faaliyetlerinden dışlanmış bir Meclis”ten söz etmenin mümkün olmadığına dikkat çekmek gerekmektedir.
ANAYASA KOMİSYONU’NDA YAPILAN DEĞİŞİKLİLİK: Yukarıda yapılan eleştirilere paralel olarak, teklifte yer alan “…toplumu ilgilendiren bir konuda…” genel görüşme yapabileceğine yönelik ibare değiştirilmiştir. Bu ibare yerine yeniden mevcut Anayasa’daki düzenlemeye dönülmüş ve “toplumu ve Devlet faaliyetlerini ilgilendiren belli bir konuda” genel görüşme yapılabileceği kabul edilmiştir.
Anayasa değişikliği teklifinin bu maddesiyle Anayasa’nın “Başlıksız” 98. maddesinde yapılması öngörülen değişiklik uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, bundan böyle “…Başbakan veya bakanlar kurulu …” yerine ancak “…Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara…” yazılı soru sorabileceklerdir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Bilindiği üzere, Türkiye Büyük Millet meclisi üyelerine “soru sorma” yetkisi tanınmasının amacı; Yürütme’nin etkin kanadı olan Başbakan ve Bakanlar Kurulu’ndan bilgi isteme olanağının yaratılmasıdır. Önerilen düzenlemede Cumhurbaşkanı, hâlihazırdaki Başbakan’ın yerine geçen; ancak onu ciddi ölçüde aşan icraî yetkilerle donatılmaktadır. Bu çerçevede “soru” kurumunun hukukî mahiyeti itibariyle, önerilen düzenleme uyarınca Yürütme’nin tek ve etkin başı olan Cumhurbaşkanı’nın milletvekilleri tarafından yöneltilecek “soru”ların asıl muhatabı olması gerekeceği açıktır. Ancak, sistemdeki tüm Yürütme yetkilerinin Cumhurbaşkanı’nda toplanmış olmasına karşın; milletvekillerinin Cumhurbaşkanı’na soru sormalarına olanak tanınmamakta; sorular ancak “…Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara…” yöneltilebilmektedir. Bu durum ise, tüm Yürütme (ve “Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri” yoluyla Yasama) yetkileri şahsen kendisinde toplanan, ancak milletvekilleri tarafından şahsen soru sorulamayacak bir makam yaratılması anlamına gelmekte ve Cumhuriyet rejimlerinden ziyade, Monarşi (Kraliyet) rejimlerini andıran bir Yürütme organı tasarımını çağrıştırmaktadır.
10. MADDE
Anayasa değişikliği teklifinin bu maddesiyle Anayasa’nın 101. maddesinde yapılması öngörülen değişiklik uyarınca, ancak “…doğuştan Türk vatandaşı olanlar(ın)…” Cumhurbaşkanı seçilebileceği belirtilmektedir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Vatandaşlık, modern ulus-devletler düzeninde bireyler ile devlet örgütlenmesi arasındaki temel hukukî bağdır. Bu bağ, bir yandan kişileri çeşitli düzeylerde hak sahibi yaparken, diğer taraftan da kişilere çeşitli ödev ve sorumluluklar yüklemektedir. Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 66. maddesi, “Türk Vatandaşlığı” başlığını taşımakta ve “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” temel tanımını içermektedir. Bu çerçevede ayrıca; “Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türktür” tanımlaması yapılmaktadır. Anayasa’nın bütününe bakıldığında, Türk Vatandaşlarına tanınan haklar, ödevler ve yükümlülükler bakımından, vatandaşlığın kazanılma biçimleri yönünden herhangi bir ayrıma gidilmediği görülmektedir. Başka bir ifadeyle, kişiler Türk Vatandaşlığı’nı ister doğum yoluyla, ister mevzuatta öngörülen diğer yollarla ve sonradan kazanmış olsunlar, vatandaşlık hukukî statüsü yönünden aralarında hiçbir bir farklılık bulunmamaktadır. Durum böyleyken, Cumhurbaşkanlığı seçilme yeterliliği yönünden getirilen bu düzenleme ile, benzer nitelikli haklar olan “kamu hizmetine girme hakkı” veya “milletvekili seçilme yeterliliği” konusundaki düzenlemeler arasında bir farklılık yaratıldığı göze çarpmaktadır. Anayasa’nın temel aldığı vatandaşlık tanımı ve buna başlanan hak ve yükümlülükler sistematiğinden ayrılan böyle bir düzenlemeye neden ihtiyaç duyulduğu ise anlaşılabilmiş değildir.
ANAYASA KOMİSYONU’NDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER:
Yukarıdaki eleştirilere paralel olarak neden ihtiyaç duyulduğu anlaşılamayan doğuştan Türk vatandaşı olma şartı, mevcut Anayasa’da olduğu gibi “Türk vatandaşları arasından” şeklinde değiştirilmiştir.Ayrıca, tek adayın geçerli oyların çoğunluğunu alamaması durumunda yalnızca Cumhurbaşkanı seçiminin yenileneceğine ilişkin hüküm eklenmiştir.Buna ek olarak, seçimlerin tamamlanamaması durumunda, mevcut Cumhurbaşkanının “yenisi göreve başlayıncaya kadar” görevine devam edeceği hüküm altına alınmaktadır. Teklifte bu husus “yenisi seçilinceye kadar” şeklinde ifade edilmişti.
11.MADDE
DEĞİŞİKLİK: Anayasa değişikliği teklifinin bu maddesiyle Anayasa’nın 104. maddesinin neredeyse tümüyle baştan yazılması önerilmekte ve Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkilerinin neler olduğu sıralanmaktadır. Bu kapsamda, değiştirilmesi teklif edilen 104. maddenin 17. fıkrasında, teklif kapsamındaki en önemli değişiklik önerilerinden biri olan “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” düzenlenmektedir. Anılan düzenleme uyarınca, Cumhurbaşkanı’nın yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarabileceği öngörülmekte ve bu Kararnamelere ilişkin çeşitli esaslara yer verilmektedir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Bu düzenlemenin, Cumhurbaşkanı’nın sistem içindeki rolünü aşırı ölçüde güçlendiren ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni rolünü aşırı ölçüde sınırlayan bir düzenleme olduğu açıktır. Ne var ki, bu konuya yalnızca temel devlet organları arasında yaratılan sorunlu yetki dağılımı açısından değil; düzenlemenin doğrudan vatandaşlara olan etkisi ve hukuk devleti ilkesine verebileceği muhtemel zararlar yönünden de yaklaşmak gerekmektedir. Bu bağlamda hatırda tutulması gereken husus, anayasal sistemimizde “Kanun Hükmünde Kararnameler” yoluyla yapılan kimi düzenlemelerin olumsuz etkileri ve bu yolla hukuk düzenimizde yaratılan karmaşa halidir. Gerçekten, Anayasa’nın 91. maddesi uyarınca, kanun hükmünde kararnameler ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen ve kanun hükmünde kararnamenin “…amacını, kapsamını, ilkelerini, kullanma süresini ve süresi içinde birden fazla kararname çıkarılıp çıkarılamayacağını…” gösteren “Yetki Kanunları”na dayanmalarına rağmen, bu sınırlamaların pek çok durumda aşıldığı bilinmektedir. Nitekim bu durum, Anayasa Mahkemesini de yıllar içinde konuyla ilgili çeşitli içtihatlar geliştirmeye itmiş ve kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisinin anayasal sınırlar içinde kullanılmasını sağlamaya yönelik çeşitli ilave ölçütlerin geliştirilmesi amaçlanmıştır.
Sonuç olarak, Türkiye’de yasama yetkisinin yürütme organı ile paylaşıldığı istisnaî ve sınırlı durumlarda dahi; getirilen kurumun amacına, çıkarılan yetki kanunlarına ve Anayasa’da çizilen açık sınırlara aykırı ve çok geniş düzenlemelerin yapıldığı örneklere rastlanmaktadır. Durum böyleyken, Cumhurbaşkanı’na verilen ve kaynağını doğrudan Anayasa’dan alan böyle bir düzenleme yetkisinin, hukuk devleti ilkesi yönünden doğurabileceği sorunlar üzerince ciddiyetle düşünülmesi gerektiği açıktır.
ANAYASA KOMİSYONU’NDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER
Komisyon’da yapılan değişikliklerle, yukarıdaki değerlendirmelerin üzerine Cumhurbaşkanı’nın sistem içindeki rolünü Türkiye Büyük Millet Meclisi aleyhine sınırlayan iki yeni düzenleme daha yapılmıştır: ” Üst kademe kamu yöneticilerini atar , görevlerine son verir” ibaresinin yanına ” bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenler” ifadesi eklenmiştir. Böylece Cumhurbaşkanı idari teşkilatın şekillenmesinde kanunlarla bağlı olmayacağı gibi, atama ve görevden almaya ilişkin kuralları da kendisi koyacaktır.
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir” hükmü , “Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir” şeklinde değiştirilmiştir. Bu düzenleme yasama yetkisinin devredilmezliği ve asliliği ilkeleri ışığında yeniden değerlendirilmelidir. Zira millet tarafından seçilen Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yasama yetkisinin ” tek bir kişi” ye, bu kişi Cumhurbaşkanı dahi olsa, devredilmesi mümkün hale gelmektedir. Gerçekten, söz konusu teklifle; Yürütme organının (ve İdare’nin) başı olan Cumhurbaşkanı’na tüm üst düzey kamu yöneticilerini ve bunları ne şekilde atayacağını belirleme yetkisi tanınmakta, bu yolla devlet üst kademesinin sürekli biçimde ve kontrolsüz şekilde yenilenmesinin yolu açılmış olmaktadır.
12. MADDE
Anayasa değişikliği teklifinin bu maddesiyle Anayasa’nın 105. maddesinin başlığıyla birlikte değiştirilmesi teklif edilmekte olup; maddenin Cumhurbaşkanı’nın cezai sorumluluğuna hasredilmesi önerilmektedir. Teklif uyarınca, Cumhurbaşkanı hakkında bir suç işlediği iddiasıyla soruşturma açılabilmesi ve Yüce Divan yargılamasının yolunun açılabilmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çok yüksek nitelikli çoğunluk kararlarıyla (üye tamsayısının salt çoğunluğunun teklifi ve üye tamsayısının üçte ikisinin kabul oyu) mümkün olabilmektedir. Bu yöntem, Cumhurbaşkanı’nın görev süresi tamamlandıktan sonra, bu süre içinde işlediği iddia edilen suçlar bakımından da aynı şekilde uygulanmaya devam edecektir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Önerilen bu düzenleme kapsamında her şeyden önce, Cumhurbaşkanı’nın “kişisel suçları” ile “görev suçları” arasındaki ayrımın dikkate alınmadığı görülmektedir. Başka bir ifadeyle, Cumhurbaşkanı’na Cumhurbaşkanlığı göreviyle ilgili olmayan suç isnatları yöneltilmesi söz konusu olduğunda dahi (ölüm veya yaralanmayla sonuçlanan trafik kazasına sebep olmak gibi), adeta “Vatana İhanet” suçlamasına eşdeğer düzeydeki bir usul engeliyle karşılaşılmaktadır.”Cumhurbaşkanı Yardımcıları” ve “Bakanlar” hakkında önerilen düzenlemelere bakıldığında ise, bunun tam tersi bir durum göze çarpmaktadır. Bu kapsamda her şeyden önce Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanların “görev suçları” ile “görevleriyle alâkalı olmayan suçları” arasında bir ayrım yapılmakta ve görev suçlarında yukarıdakine benzer bir soruşturma yöntemi öngörülürken (Meclis üye tamsayısının salt çoğunluğunun teklifi ve üye tamsayısının beşte üçünün kabul oyu), görevleriyle ilgili olmayan suçlarda ise yasama dokunulmazlığı hükümlerinden yararlanacakları belirtilmektedir. Bilindiği üzere, demokratik rejimlerinde ise esas olan; her makamda bulunan kişinin, sahip olduğu ve kullandığı yetkiler çerçevesinde hesap verebilmesidir. Başka bir deyişle “kamu hukukunda sorumluluk, yetkiyi takip eder”. Önerilen düzenlemede ise Cumhurbaşkanlığı makamı bir yandan en yüksek yetkilerle donatılmakta, diğer yandan ise cezai denetimi imkânsıza yakın bir şekilde güçleştirilmiş olmaktadır.
13.MADDE
Anayasa değişikliği teklifinin bu maddesiyle Anayasa’nın 106. maddesinde yapılması öngörülen değişiklik uyarınca, Cumhurbaşkanı’nın “…seçildikten sonra bir veya daha fazla Cumhurbaşkanı yardımcısı atayabil(eceği)” öngörülmektedir. İlaveten, Cumhurbaşkanlığı makamının herhangi bir nedenle boşalması halinde veya Cumhurbaşkanı’nın hastalık ve yurt dışına çıkma gibi sebeplerle geçici olarak görevinden ayrılması hallerinde de, “…Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cumhurbaşkanlığına vekâlet eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır” hükmü getirilmektedir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Bu düzenlemenin göze çarpan ilk boyutu, Cumhurbaşkanı tarafından atanacak “Cumhurbaşkanı Yardımcıları”nın sayısının ne olacağı ve bu kişi(ler)in hangi asgari nitelikleri taşımaları gerektiği konusunda herhangi bir belirleme yapılmamış olduğudur. Gerçekten, teklif kapsamında bu göreve kaç kişinin getirilebileceği ve bu kişilerin hangi niteliklere sahip olacakları konusu, tümüyle Cumhurbaşkanı’nın iradesine terk edilmiş olup; bu kararların denetimi de hiçbir şekilde mümkün bulunmamaktadır.
Bu noktada gözden kaçırılmaması gereken asıl husus; Cumhurbaşkanı Yardımcısı konumundaki kişi(ler)in yalnızca Cumhurbaşkanı’na “danışmanlık” yapan kişiler olmakla kalmayacağıdır. Aksine, bu kişi(ler) Cumhurbaşkanlığı’na vekâlet edecekleri süre boyunca Cumhurbaşkanı’na verilmesi önerilen her türlü Yürütme ve Yasama yetkilerini bizzat kullanabileceklerdir.
Teklif edilen bu sistemin, yürürlükteki anayasal sistemden tümüyle farklı bir içeriğe sahip olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Zira mevcut anayasal düzenleme uyarınca, Cumhurbaşkanlığı makamına vekâlet ihtiyacı ortaya çıktığında, bu görev Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından üstlenilmektedir. Bu düzenlemenin, önerilen düzenlemeden iki noktada ayrıldığını söylemek mümkündür:
- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, aynı zamanda milletvekili olması nedeniyle, bizzat seçilmiş bir kişidir.
- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, makamı itibariyle, aynı Cumhurbaşkanı gibi ilkesel bir tarafsızlık içindedir.
Teklif edilen hüküm uyarınca, Cumhurbaşkanı tarafından hiçbir ölçüte bağlı olmaksızın atanacak olan Cumhurbaşkanı Yardımcılarının ise, bu niteliklerin hiçbirine sahip olmayacağı açıktır.
Bu noktada ayrıca, böyle bir düzenlemenin, bu konuda bilinen dünya uygulamaları ile de bağdaşmadığını belirtmek gerekmektedir. Gerçekten, örneğin Başkanlık sisteminin en başarılı örneği olan Amerika Birleşik Devletleri’nde, “Başkan Yardımcısı” da, aynı “Başkan” gibi, halk tarafından seçilmekte ve gereken durumlarda Başkan’a ait önemli yetkileri kullanabilmesi de, ancak bu yolla meşrulaştırılmış olmaktadır.
ANAYASA KOMİSYONU’NDA YAPILAN DEĞİŞİKLER: Yukarıda yapılan eleştirilere paralel olarak Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olmaları gerektiğine ilişkin hüküm metne eklenmiştir. Böylelikle en azından Cumhurbaşkanı yardımcılarının hangi asgari nitelikleri taşımaları gerektiği konusunda bir belirleme yapılmıştır. Ayrıca “Cumhurbaşkanı yardımcılarının yemin etmeleri gerektiği” ve “bu kişilerin görevlerinin bitmesinden sonra sadece görevlerine ilişkin suçlar bakımından Yüce Divanda yargılanacakları” hüküm altına alınmıştır.
Bu hüküm, Türk kamu hukukunun en temel ilkelerinden biri olan “İdarenin Kanuniliği” ilkesiyle ilgilidir. Anılan ilke, İdare teşkilatına ilişkin mevzuatın isimlendirilmesine ilişkin şeklî bir belirlemeden ibaret olmayıp; İdare’nin tüm faaliyetlerinin kanunlar çerçevesinde yürütülmesi gerektiğini, idarenin eylem ve işlemlerinin meşruiyetini kanunî dayanaklarına uygun olmaktan aldığını ve son tahlilde halkın, Yasama Organındaki temsilcileri eliyle bu sürecin tamamı üzerinde denetim yetkisine sahip olduğunu ifade etmektedir. Buna karşın, teklif edilen düzenleme, bu temel ilkeden tümüyle farklı bir düzene geçişi simgelemektedir. Gerçekten, söz konusu teklifle; Yürütme organının (ve İdare’nin) başı olan Cumhurbaşkanı’na tüm idare teşkilatını bizzat belirleme yetkisi tanınmakta bu yolla da İdarenin, kendisini sürekli biçimde ve kontrolsüz şekilde yeniden üreten bir mekanizmaya dönüşmesinin yolu açılmış olmaktadır.
14. MADDE
DEĞİŞİKLİK: Anayasa değişikliği teklifinin 4. maddesiyle, Anayasa’nın 77. maddesinin değiştirilmesi öngörülmekte ve bundan böyle Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin beş yılda bir ve “…aynı günde…” yapılması öngörülmektedir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Bu değişikliğin kabulü halinde, aynı günde ve doğal olarak benzer siyasî iklimin hâkim olduğu bir ortamda yapılacak seçimlerde, Cumhurbaşkanı ile Yasama Organındaki çoğunluğun aynı veya benzer siyasî çizgiyi temsil eden kişiler arasından seçileceğini tahmin etmek güç değildir. Bu kuvvetli ihtimalin gerçekleşmesi halinde, Anayasa değişikliği kapsamında Yürütme’yi hukuken denetleme yetkisi kaldırılan Meclis’in, Yürütme üzerindeki siyasî kontrol işlevi de büyük ölçüde zedelenmiş olacaktır.
Bir başka ihtimal de, aynı günde yapılan seçimler neticesinde Cumhurbaşkanı ile Yasama organı çoğunluğunun farklı siyasî görüşlere mensup kişiler arasından seçilmesi olabilir. Benzeri daha önce İsrail’de görülen bu durumda, “Başbakan” ve “Meclis” seçimleri aynı günde ve doğrudan halk tarafından yapılmış olmasına rağmen, Başbakan ile Meclis’teki 1. Partinin farklı siyasî görüşleri temsil eden kişiler arasından seçilebildikleri görülmüştür. Bu türden sonuçların ortaya çıkması muhtemel hallerde ise, doğrudan halkoyuyla seçilen Cumhurbaşkanı ile farklı siyasî görüşteki Yasama çoğunluğu arasında çeşitli siyasî krizlerin doğması, her zaman ihtimal dâhilinde olacaktır.
15. MADDE
DEĞİŞİKLİK: Anayasa değişikliği teklifinin 13. maddesiyle (Anayasa Komisyonu’nda 12.madde olarak kabul edilmiştir) Anayasa’nın 119. maddesinde yapılması öngörülen değişiklik uyarınca, olağanüstü hal ilân yetkisi “Cumhurbaşkanı Başkanlığı’ndaki Bakanlar Kurulu”ndan alınarak, Cumhurbaşkanı’na bırakılmaktadır.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Mevcut sistemde olağanüstü hali ilan yetkisi “…Cumhurbaşkanlığı Başkanlığı’nda toplanan Bakanlar Kurulu”na aittir. Yetkinin bu şekilde Bakanlar Kurulu tarafından kullanılması, konunun kurul halinde tartışılmasına ve Cumhurbaşkanı’nın da fikir beyan etmesine imkân vermektedir. Teklif metninde bu yetkinin yalnızca Cumhurbaşkanı’na bırakılması, toplum ve devlet hayatına ilişkin ciddî tehditlerin ortaya çıktığı bu en ciddi anlarda, alınması gereken tedbirler konusunda Yürütme organı içinde asgari bir tartışma ve kolektif karar alma imkânı dahi ortadan kaldırılmış olmaktadır.
16. MADDE
DEĞİŞİKLİK: Anayasa değişikliği teklifinin 19/D. maddesiyle, Anayasa’nın 146. maddesinde düzenlenen Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısının, “Askerî Yargıtay” ve “Askerî Yüksek İdare Mahkemesi”nin kaldırılması ve buralardan Anayasa Mahkemesi’ne üye seçimine son verilmesi neticesinde, 17’den 15’e indirilmesi önerilmektedir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Önerilen düzenleme uyarınca askeri mahkemelerin kaldırılmasının bir sonucu olarak Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nden Anayasa Mahkemesine üye seçilmesi uygulamasına son verilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken konu, Mahkeme’nin üye sayısının değişmesi değil; ama bu üyelerin atanama biçimidir. Bu bağlamda, üye sayısı 15′ düşürülen Yüksek Mahkeme’nin;
• 3 Üyesi, Cumhurbaşkanının iktidar partisi genel başkanı olarak kontrol ettiği Meclis tarafından seçilmekte,
• 3 Üyesi, üyelerini Cumhurbaşkanının belirlediği YÖK tarafından önerilmekte ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilmekte,
• 4 Üyesi, belli kategori isimleri arasından doğrudan Cumhurbaşkanınca seçilmekte.
• Kalan 5 Üye de Yargıtay ve Danıştay’ın gösterdiği adaylar arasından yine Cumhurbaşkanı tarafından seçilmektedir.
Özetle, Anayasa Mahkemesi’nin neredeyse tüm Üyeleri bir şekilde Cumhurbaşkanı tarafından seçilmiş ve atanmış olmaktadır.
Bu şekilde oluşmuş bir Anayasa Mahkemesi’nin de, Cumhurbaşkanı’nın iktidar partisi genel başkanlığını yaptığı Meclisten gelecek kanunların Anayasa’ya uygunluğunu ne kadar etkin bir biçimde denetleyebileceği ya da Yüce Divan görevini tarafsız ve bağımsız şekilde nasıl yerine getirebileceği konusunda endişe duymak ise, kaçınılmaz görünmektedir.
17. MADDE
DEĞİŞİKLİK: Anayasa değişikliği teklifinin 17. maddesiyle (Anayasa Komisyonu’nda 14.madde olarak kabul edilmiştir) Anayasa’nın 159. maddesinde düzenlenen “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”nun adındaki “…Yüksek…” kelimesinin madde başlığından çıkarılması önerilmektedir. Bu düzenlemeye paralel olarak, Anayasa’nın farklı yerlerinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na yapılan tüm atıfların da bu yeni isimlendirmeye uygun olarak düzeltilmesi öngörülmektedir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Bu düzenlemenin teknik olarak “yol açtığı” hiçbir etki bulunmamakla birlikte, Anayasa değişikliği teklifinin felsefî ve siyasî arka plânını ortaya koyması bakımından son derece dikkate değer olduğu düşünülmektedir.
Gerçekten de bu değişiklik, Anayasa değişikliği teklifiyle gündeme getirilen bu yeni Anayasa düzeninde hukukun, Yargının ve tüm temel hak ve özgürlüklerin yerinin ne olabileceği konusunda çok açık bir fikir vermektedir. Bu anlayışa göre Yargı, “Kuvvetler Ayrılığı” prensibine uygun olarak işleyen ve özellikle de Yürütme’nin ezici kuvvetine karşı vatandaşlar için bir güvence mekanizması olan bir “Kuvvet” olmaktan uzaklaştırılmakta ve adeta Yürütme’ye tâbi olan bürokratik bir organ şeklinde tasarlanmaktadır. Nitekim Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üye kompozisyonuna ilişkin olarak önerilen düzenlemeler de, bu anlayışın somut bir yansıması ve dışa vurumu olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Bu tutumun, Yargı Kuvveti’nin niteliğini vurgulamak amacıyla Anayasa’nın 9. Maddesine “…tarafsız…” kelimesi eklenerek verilmek istenen mesajla bağdaşmadığı da, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde karşımızda durmaktadır.
18. MADDE
DEĞİŞİKLİK: Anayasa değişikliği teklifinin 6. maddesiyle (Anayasa Komisyonu’nda 5.madde olarak kabul edilmiştir), Anayasa’nın 87. maddesinin değiştirilmesi teklif edilmekte ve “…Bakanlar Kurulunu ve Bakanları denetlemek…” görev ve yetkisinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkileri arasından çıkarılması öngörülmektedir.
BARONUN DEĞERLENDİRMESİ: Bu durum, teklifin kabulü halinde, artık Türkiye’de Yasama Organı’nın Yürütme Organı üzerinde anayasal araçlar yoluyla herhangi bir siyasî denetim sahibi olamayacağı anlamına gelmektedir. Üstelik bu durum, Yasama ve Yürütme organları arasında “sert kuvvetler ayrılığı” modeli olarak bilinen ABD tipi saf Başkanlık Sistemlerini bile aşan bir değişiklik önerisidir. Zira anılan ülkede Yasama Organı (Kongre), Başkan’ın birlikte çalışacağı Bakanların göreve getirilmesinde önemli ölçüde söz sahibi olmaktadır. Dahası, Kongre Bütçe Yasası yoluyla Başkan’a harcama yetkisi verme tekelini elinde bulundurmakta ve Yürütme Organı üzerinde etkili bir denetim sahibi olabilmektedir. Bu kapsamda, önerilen Anayasa değişikliği teklifinde bakıldığında, her şeyden önce, Cumhurbaşkanı’nın Bakanları tek başına ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayı olmaksızın göreve atayabileceğinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır.. Dahası, Cumhurbaşkanı tarafından hazırlanan Bütçe Kanun Teklifi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından süresinde yürürlüğe konulamaması halinde, bir önceki yılın bütçesinin yeniden değerleme oranına göre artırılarak yürürlüğe konacağı kabul edilmektedir.